Dr. O. Serkan ANGI
İstanbul Teknik Üniversitesi, Maden Fakültesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü
Uygarlıklar başkenti İstanbul’un “Tarihi Yarımada” bölgesindeki, Mimarlık Tarihi’nin “Başyapıtı” olarak kabul edilen ve Bizans İmparatorluğu döneminde, imparator I. Iustinianos tarafından yaptırılan (MS 532-537) Ayasofya; 916 yıl kilise, 481 yıl boyunca da cami olarak hem Hıristiyanlığın, hem de Müslümanlığın hizmetinde bulunmuş olup, 1935 yılından itibaren müzeye dönüştürülmüştür. 2020 yılında tekrar camiye dönüştürülen yapıda, Bizans imparatoru I. Iustinianos’un emriyle, dünyanın farklı yerlerinden getirilen çeşitli tür, renk ve desendeki doğal taşlar yapının inşasında ana yapı malzemesi olarak kullanılmıştır.
Yapıda başlıca; duvar, taşıyıcı, kaplama-döşeme, dekoratif bezeme elemanı ve obje olarak kullanılan bu doğal taşlar arasında; Yunanistan’ın yeşil renkli serpantin breşi, diyabaz porfiri, kloritli şisti ve siyahımsı gri renkli Rudist fosilli mermerleri ve breşik kireçtaşı, Mısır’ın kırmızı andezit porfiri, pembe alkali graniti, gri granodiyorit-tonaliti ve sarı alabasteri (oniks), Fransa’nın siyah-beyaz breşik kireçtaşı, Tunus’un ve İtalya-Siena’nın sarı renkli mikritik kireçtaşları, Marmara Adası (Saraylar)’nın beyaz mermeri, Afyon (İscehisar)’nun erguvani breşik mermeri, Denizli-Pamukkale (Hierapolis) alabasteri, Karaburun (İzmir) breşik kireçtaşı, Muğla (Milas)’nın bordo renkli mermeri, Hereke pudingi (Hereke-Kocaeli), Kutluca (Körfez-Kocaeli) Rudist fosilli kireçtaşı, Çanakkale-Kestanbol (Ezine) graniti, Bilecik (Vezirhan) tektonik breşi ve pembe biomikritik kireçtaşı, İzmir (Seferihisar) siyah breşik kireçtaşı, Karabük-Eskipazar sarı traverteni, Manisa-Akhisar alabasteri, İzmit-Karamürsel’in yeşil dasitik tüfü (od taşı), İstanbul-Bakırköy’ün Mactra fosilli kireçtaşı (küfeki taşı) ve Malta Adası’nın sarı renkli karbonat çimentolu kumtaşı bulunmaktadır.
YAPININ MİMARİSİ
İmparator I. Iustinianos, Üçüncü Ayasofya’nın mimarları olarak; fizikçi Milet’li İsidoros ile matematikçi Aydın’lı (Tralles’li) Anthemios’u görevlendirmiştir. Ayasofya, mimarı bakımdan bazilika planı ile merkezi planı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup, kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.
Ayasofya’nın mimari planı; orta nef (naos) denilen büyük bir orta mekân, kuzey ve güneyde yer alan iki yan nef, doğu ucunda yer alan apsis (mihrabın bulunduğu alan) bölgesi ve batı kısmında ise kapıların yer aldığı iç ve dış nartekslerden (holler) meydana gelmektedir. Yaklaşık 7.500 m2’lik bir yüzölçümüne sahip, kubbe çapı ortalama 31,5 metre ve yerden yüksekliği ise yaklaşık 56 metre olan günümüzdeki Ayasofya, iki katlı bir yapıdır.
Binaya batı kısmındaki, Bizans döneminde “atrium” denilen avlunun yönündeki kapılardan girilir. Ana kapıdan girilen ilk galeri “dış narteks” olarak adlandırılır, “çapraz tonoz” örtülü dokuz birimli bir galeri olup, tamamen tuğladan inşa edilmiştir. Buradan da, “iç narteks” denilen ikinci galeriye 5 kapı açılır. İç nartekste, tavan mozaiklerle, dış narteks tarafındaki duvarlar; “stucco” adı verilen doğal taş taklidi malzemeyle, ana ve yan neflere bakan duvarlar ise “skoutlosis/book-matched” olarak da bilinen teknik kullanılarak yapılan doğal taş panolarla kaplıdır. İç narteksten ana nefe (ana mekâna) 9 kapı açılır. Ana salona açılan ortadaki büyük kapıya “İmparator Kapısı” adı verilir. Ayasofya’nın ana mekânı, paye (kubbeyi taşıyan ayaklar) ve sütunlarla üç nefe ayrılmış durumdadır. Bunlar; Orta nef (naos), güney nef (ana nefin sağında) ve kuzey nef (ana nefin solunda)’ten ve iç narteksin kuzeybatı ucunda bulunan “rampa” ile ulaşılan üst galerilerden oluşmaktadır.
YAPIDA KULLANILAN DOĞAL TAŞLAR
Ayasofya’nın yapımında ve bezemesinde kullanılan esas yapı malzemesi doğal taşlardır. Bunun yanı sıra, geleneksel Bizans tuğlası ve Horasan harcı (puzzolanik katkılı) özellikle yapının kubbe, tonoz ve duvar kısımlarında yaygın olarak kullanılmıştır.
Ayasofya’nın yapımında kullanılacak doğal taş malzemelerin bir kısmını üretmek yerine, imparatorluk topraklarında yer alan eski yapı ve tapınaklardaki hazır malzemelerden yararlanmak yoluna gidilmiş olduğu da kesin olmamakla beraber düşünülmektedir. Bu yöntem, Ayasofya’nın inşa süresinin çok kısa olmasını sağlayan etkenlerden biri olarak kabul edilebilir. Binanın yapımında, Kapıdağ Yarımadası’ndaki Kziykos (Belkıs) harabelerinden, Mısır’daki Güneş Tapınağı’ndan (Heliopolis), Lübnan’daki Baalbek Tapınağı’ndan ve daha birçok tapınak ile antik yapıların kalıntılarından getirtilen doğal taşların da kullanıldığı belirtilmektedir. Ancak günümüzde, belirtilen yerlerden doğal taşların getirildiğine dair kanıt teşkil edecek herhangi bir yazılı kaynağın bulunmadığı söylenebilir.
Ayasofya’da, payelerde, beden duvarlarında ve payandalarda, Batı’da Roma İmparatorluğu’ndaki eserlerde yaygın olarak kullanılan betonun aksine, düzenli sıralar halinde örülmüş kesme doğal taş [(Bakırköy (İstanbul) küfeki taşı (Mactra fosilli kireçtaşı), Marmara Adası (Balıkesir) mermeri, Karamürsel (Kocaeli) od taşı (dasitik tüf) ve Malta (Malta Adası) taşı (karbonat çimentolu kumtaşı-muhtemelen daha sonraki onarımlarda eklendiği düşünülmekte)], tuğla ve harç ile birlikte kullanılmıştır.
Yapıda; duvar, taşıyıcı, kaplama-döşeme, dekoratif bezeme elemanı ve mimari plastik-dekoratif obje olarak kullanılan bu doğal taşların başlıca; litolojik, literatürdeki İtalyanca ve Latince adları ile yapıda kullanıldıkları yerler ve makroskobik (renk-doku) görünümleri Tablo 1’de verilmiştir. Yapının ana nefini, yan neflerini, eksedraları, üst galerilerini ve iç narteksini, çeşitli tür, renk ve desendeki doğal taşlardan oluşan sütunlar, duvar-zemin kaplamaları ile duvar panoları ve yer mozaikleri (Omphalion ve İmparatoriçe Locası) süslemektedir. Özellikle duvar kaplamalarındaki doğal taşlar, Bizans dönemi polikromatik (çok renkli) taş süsleme “skoutlosis/book-matched” tekniği olarak bilinen simetrik pano düzeni şeklinde yan yana kullanılmıştır. Ayrıca, duvar kaplamalarında simetrik şekilde Marmara Adası mermeri panoların yan yana kullanılmasıyla oluşturulan ve “Kuvazi-Anthropomorfik (insan yüzü silüetine benzeyen)” desen adı verilen figürler de oluşturulmuştur. Ayasofya’da kullanılan doğal taşların, imparatorluğun farklı yerlerinden getirilmesi ve çeşitliliği, dönemin tarihçilerinin anlatımında da önemli yer tutar. Dönemin tarihçi yazarı Prokopios “Yapılar” adlı kitabında Ayasofya’daki taşların farklı renklerinin insanı hayrete düşürdüğünü belirtir.
Ancak, yapının mimarisi üzerine odaklaşarak süslemesi konusunda daha az bilgi verir. Buna karşın, yapının anlatımı ile ilgili en önemli “epik-destansı” bir dilde yazılan manzum eser; MS 520 ile 575 yılları arasında yaşamış bir saray görevlisi olan Mabeyinci Pavlos (Paulos Silentiarios)’a aittir. Mabeyinci Pavlos’un MS 562 yılında yazdığı “Ayasofya’nın Betimi” adlı kitabında bezemenin betimlemesini yaparken, yapıda kullanılan doğal taşların geldikleri yerler ve diğer bazı özellikleri aşağıdaki şekilde tasvir edilmektedir:
Kim söyleyecek Homeros’un çınlayan sözcükleriyle avaz avaz, yüce tapınağın onca sağlam duvarları ve onca geniş zemini üstünde toplanan o mermer çayırların şarkısını? Çünkü taşçı ustasının demiri dişiyle kesmiş, Carystos’un soluk yeşil levhalarını ve lekeli bir taş koparmış Phrygia’nın yükseltilerinden: kimi zaman bulutsu bir beyazla karışık pembe renkte; kimi zaman kızıl ve ince kıvılcımlarla balkıyan parlak beyaz yumaklar var içinde. Her yerde bol bol parıldıyor, üstüne incecik yıldızlar saçılmış kızıl somaki; taşkını hayırlı Nil boyu inen nehir yelkenlilerine yüklenip taşınmış. Lakonia’dan gelme kayaların yeşil ışıltısını göreceksiniz sonra; ve Iasos tepesinde derin yarmalardan çıkarılan soluk beyaz üstüne kan kırmızısı eğik damarlarıyla gözalan mermerleri; ve Lydia’nın ta dibinden gelmiş, üstünde kırmızıyla karışık soluk sarı çiçekler dalgalananları; sonra da Afrika güneşinin, altın ışığıyla yakarak taşlara verdiği tüm o parıltıyı: Moritanya dağlarının dorukları, boğazları arasına yayılan o altını, o safranı. Ve Galya’nın buzul kaplı tepelerinden gelenleri; kapkara parlayan mermerin derisi üstüne bir süt beyazlığı yayıyorlar baştanbaşa, rastgele dökerek onu bir buraya bir oraya. Ve Onyks dağının saydam ocaklarından çıkan değerli sarıyı; ve Atraks toprağının, yalnızca yüce bir koyakta değil tüm ovalarında birden doğurduğu, kimi zaman zümrüte benzer saflıkta, kimi zaman yeşili yoğun bir maviye dönen taşları. Kara ışıkların yakınındaki karlara benziyorlardı; taşa can veriyordu karmaşık gözalıcıkları. Tüm yeri kaplayan Prokonnessos dağı, seve seve sunuyor sırtını, yaşamı doğuran eceye ve Boğaziçi’nin ışığı, hafif bir ürpermeyle parıldıyor, göz alıcı beyazlığı yavaş yavaş kararmaya başlayan döşeme taşlarının üstünde. Kızıl somaki sütunların üstünde bir başka sütun dizisi var burada: Thessalia taşının parlak, yeşil damarlı çiçekleri.
Tablo 1’de verilen doğal taş türlerinin yanı sıra, yapıda az miktarda kullanılan ve kökenleri kesin olarak saptanamayan, bunun için; arkeometrik-jeolojik analizler yapılması gereken, bazı doğal taş türleri de tespit edilmiştir. Bunlardan biri; yan neflerin duvar kaplamalarında kullanılan ve Afyon breşik mermerine (pavonazzetto) benzeyen, Karaburun Yarımadası-Toprak Alınmış (İzmir) bölgesinden çıkarıldığı düşünülen, kırmızı çimentolu breşik kireçtaşıdır. Mabeyinci Pavlos, taşların betimlemesini yaparken bu taş hakkında; “…Lydia’nın ta dibinden gelmiş, üstünde kırmızıyla karışık soluk sarı çiçekler dalgalananları…” ifadesiyle söz etmektedir.
Ayrıca, sonraki dönemlerde yapılan restorasyon ve onarımlarda, duvar kaplaması ile zemin döşemesi olarak eklendiği düşünülen; sarı renkli Siena (İtalya) mikritik kireçtaşı (Giallo di Siena) ve Akhisar-Harmandalı (Manisa) alabasteri (oniks) oldukları tahmin edilen diğer doğal taş türlerini oluşturmaktadır. Yapıda, sadece üst galeride bulunan İmparatoriçe Locası’nın yer döşeme mozaiklerinde kullanılmış olan, sarı renkli ve gözenekli yapıdaki doğal taşın ise Eskipazar (Karabük)’dan çıkarılan traverten olduğu (kesin tespiti için gerekli analizlere ihtiyaç duyulmaktadır) düşünülmektedir. Bölgede bulunan ve imparator I. Iustinianos döneminde (MS 535) önemli bir piskoposluk merkezi olan Hadrianoupolis antik kentindeki yer mozaiklerinde de, bu sarı renkli traverten yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Benzer şekilde, tarafımızca tespit edilen ve yapıda sadece mihrabın niş taşı olarak; Bilecik-Merkez-Beyce, Gülümbe ve Çukurören köyleri civarında çıkarılan pembe renkli biomikritik kireçtaşı kullanılmıştır.
Ayasofya’da kullanılan ve Tablo 1’de verilen; sarı renkli Tunus kireçtaşı (Giallo Antico) ve bordo renkli Iassos mermerinin (Cipollino Rosso) aynı zamanda “breşik” türde olanlarının da, yapıda; duvar kaplaması ve zemin döşemesi olarak kullanıldıkları tespit edilmiştir.
Ana nefin kuzeydoğu ucundaki ana müezzin mahfilinin önünde bulunan, Yunanca “Yer’in Göbeği” anlamında; “Omphalion” olarak adlandırılan doğal taş örgü tekniği (opus sectile) ile yapılmış ve Bizanslılarca kutsal sayılan bu yerde, kimilerine göre Ayasofya’nın inşa edilmesinden önce bir tapınak bulunmaktaydı. Kutsallığından ötürü, Bizans imparatorlarının taç giyme törenleri de burada yapılmaktaydı. Tören sırasında siyasi ve dinî otoriteleri temsil eden kişilerin her birinin durması gereken konumlar bu kare biçimli alan içine daireler oluşturacak biçimde döşenmiş disk şekilli renkli doğal taşlarla belirlenmiştir. Daireleri oluşturan taşlarda; kırmızı, sarı, yeşil, turuncu ve gri renkler göze çarpmaktadır. Toplam sayıları 16 olan bu dairelerden en büyüğü, ortada bulunan ve çapı 3 metreden fazla olan; kökeninin muhtemelen gri renkli Mısır-Gebel Fatireh-Doğu Çölü’nden çıkarıldığı, granodiyorit-tonalit türü magmatik bir doğal taş (Marmor Claudianum/Granito del Foro) olduğu ve imparatorun duracağı yeri gösteren daire olduğu düşünülmektedir.
Yapının sadece Omphalion bölümünde, küçük üçgen parçalar şeklinde, yer mozaik süslemelerinde kullanılan doğal taş türleri başlıca; İzmir-Teos breşik kireçtaşı (Africano) ve Bilecik-Vezirhan (Breccia Corallina) tektonik breşidir. Omphalion’da kullanılan doğal taşlar bir bakıma yapının farklı bölgelerinde kullanılan hemen hemen bütün doğal taşları içermektedir. Yapıyı gezmeden, sadece bu bölgedeki doğal taşlara bakılarak, yapıda kullanılan doğal taşların “envanteri”nin çıkarılabilmesi mümkündür.
Ayasofya’daki doğal taşlar; taşıyıcı sütunlar, duvar ve zemin kaplamaları, Omphalion ile İmparatoriçe Locası yer mozaik süslemeleri dışında, Osmanlı döneminde eklenen yapılarda (minareler, mihrap, minber, hünkâr ve müezzin mahfilleri, vaiz kürsüsü, şadırvan vd.), yapının çeşitli alanlarında sergilenen dekoratif ve mimari plastik objeler [sunak, su küpleri ve çeşme haznesi (phiale) vd.] ile lahitlerde (imparatoriçe lahiti) de kullanılmıştır
Ayasofya’da, Osmanlı döneminde yapılan ekler ve onarım faaliyetlerine kısaca değinilirse; Ayasofya Kilisesi, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed’in 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle camiye çevrilmiştir. Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek, en iyi şekilde korunmuş ve Osmanlı dönemi ekleri ile birlikte, 1935 yılında müzeye çevrilene dek cami işlevini sürdürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, XVI. ve XVII. yüzyıllarda, dönemin farklı padişahları tarafından Ayasofya’nın içine; mihrap, minber, müezzin ve hünkâr mahfilleri, vaaz kürsüsü ve maksureler, dışına ise minareler, şadırvan, medrese ve türbeler gibi birimler eklen-miştir. Yapıldığı tarihten itibaren çeşitli depremlerden zarar gören yapıya, hem Bizans, hem de Osmanlı döneminde destek amacıyla payandalar (istinat yapıları) yapılmıştır. Örme tuğladan yapılan bir tanesi hariç (güneydoğu minare), diğer minareler; kesme Bakırköy küfeki taşından olup, aynı zamanda destekleyici payanda işlevi de görmektedir. Yapıda özellikle, ana mekânda (nef) girişin sağ ve sol köşelerinde bulunan Helenistik döneme (MÖ 330-30) ait Marmara Adası mermerinden iki su küpü ise, Bergama’dan getirilerek, Sultan III. Murad (1574-1595) tarafından Ayasofya’ya hediye edilmiştir. Ayrıca, avluda bulunan ve 1740 yılında Sultan I. Mahmud (1730-1754) döneminde yaptırılan şadırvanda yine tamamen Marmara Adası mermerindendir.
SONUÇ
Mimarlık Tarihi’nin Başyapıtı olarak kabul edilen Ayasofya başta olmak üzere, birçok önemli anıtsal yapıda kullanılan doğal taşlar ile ilgili günümüzde, Türkçe yazılmış ve yayınlanmış olan kaynak son derece az sayıdadır. Antik dönemde de kullanılan doğal taşlarla ilgili Türkçe olarak yayınlanmış ilk ve en önemli kapsamlı kaynak eser, günümüzde de halen geçerliliğini ve içerdiği bilgilerle hükmünü sürdürmeye devam eden; merhum hocalarımız Prof. Dr. Sayın Malik SAYAR ve Prof. Dr. Sayın Kemal ERGUVANLI tarafından yazılan, ilk baskısı 1955, genişletilmiş ikinci baskısı (Yurtdışı kökenli doğal taş türlerini de içeren) ise 1962 yıllarında çıkarılan “Türkiye Mermerleri ve İnşaat Taşları” isimli kitaptır.
Yapılan araştırmalar ve gözlemler sonucunda; Ayasofya’da başlıca yapı taşı, taşıyıcı, kaplama-döşeme, duvar ve zeminde dekoratif süsleme elemanı ile mimari plastik obje olarak, yapılan incelemelere göre toplam 30 farklı türde (mermer, kireçtaşı, porfir, granit, breş, alabaster vd.) ve kökende (Mısır, Yunanistan, Türkiye vd.) doğal taşın kullanıldığı tespit edilmiştir. Bunların 18 tanesi yurtiçi, 12 tanesi ise yurtdışı kökenlidir. Yapının inşasında kullanılan bu doğal taşların bir bölümü bulundukları jeolojik kaynak alanlarındaki ocaklardan çıkarılmış olup, bir bölümünün de imparatorluk sınırları içinde bulunan antik tapınakların ve yapıların kalıntılarından derlenerek kullanıldığı (kesin yazılı kaynaklar olmamasına rağmen) tahmin edilmektedir. Ayrıca, geçmiş dönemlerde yapılan restorasyon çalışmalarında da yapıya sonradan az miktarda farklı kökendeki bazı doğal taş türlerinin de eklendiği tespit edilmiştir.
Not: Makaledeki fotoğraflar; Sayın Aras NEFTÇİ tarafından çekilmiştir.